Alternatif yayınların en köklülerinden Schön’ün yaratıcısı Raoul Keil, kötü İngilizce’siyle dergiyi nasıl sıfırdan kurduğunu, ilham veren hikayesini anlattı.
Okuttukları ve dikkat çekmek istedikleriyle, dünyanın gözleri önüne serdikleri hikayelerin baş kahramanı olurlar. Schön! isimli şimdiden efsane derginin kurucusu ve yayın yönetmeni Raoul Klein, bu kahramanlardan biri. Geçen ay çıkardıkları dergi seçkilerinden oluşan kitabın heyecanı gözlerinden okunurken, insanlara ilham veren biri olmanın nasıl hissettirdiğini, kreatif sektörlerde hiyerarşiyi, moda dünyasındaki dengeyi konuştuk. Nasıl İngilizce bilmeden Londra’ya taşındı ve Schön!’ü kurdu? Naomi Campbell’ı dergisinin kapağına nasıl taşıdı?
Berlin’den Londra’ya taşınmaya nasıl karar verdin?
28 yaşındaydım. Aslında yalnızca yeni bir başlangıç istedim. Hiçbir planım yoktu ve üstelik tek kelime İngilizce de bilmiyordum!
Londra öncesinde neler yapıyordun?
Moda pazarlaması okudum. Mezun olduktan sonra görsel sunum uzmanı olarak H&M’de işe başladım. Berlin’de yeni açılan mağazaları düzenleyen ve bu mağazalardaki sunum düzeninin takibini sağlayan bir ekiple birlikte çalışıyordum. Daha sonra birçok farklı alanda çalışma deneyimim olsun istedim. Bir keresinde bir mobilyacı da bile çalışmıştım!
Şu sıralar Türkiye’de kreatif endüstrilerde çalışan insanların çoğu yurtdışında yaşamayı düşlüyor. Sense “yalnızca yeni bir başlangıç” isteğinin peşinden gidiyorsun. Merak ediyorum, Londra’ya gittiğinde ilk adımı hangi yönde attın?
İngilizce konuşabilmek yönünde tabii ki! Uçak Londra’ya indiği anda ilk ve tek düşünebildiğim şey dil öğrenmekti. Orada yaklaşık üç ayımı sadece insanlarla tanışarak geçirdim. Sonrasında yoğunlukla PR ajanslarında çalıştım. Ardından pazarlama alanında çalışmaya başladım.
Schönl’den önceki girişimin 1974.com’dan bahseder misin?
O web sitesinin artık en ufak bir izini bile bulamazsın! Genç yeteneklerin aralarında olası bir network yaratmaları adına, birbirlerini tanımaları için kurulmuş bir platformdu bu. Londra’ya yerleştikten sonra sıklıkla seyahat etmeye başladım. Gittiğim bazı ama Londra gibi olmayan şehirlerde de ne kadar yetenekli insan olduğunu fark edecek kadar zaman geçirdim. Bu farklı şehirlerdeki insanların bir araya gelip bir şeyler paylaşacakları bir platform gerekliliği kesindi. Demek ki bu öyle bir boşluk bulmuşuz ki yaklaşık 80 bin tane üyemiz vardı. Sonrasındaysa hazır böyle bir network kumuşken, dergiyle devam etme kararı aldık.
Schön! sence nasıl bir yerde duruyor? Dergiyi nasıl tanıyorsun? Az önce “Lüks moda başlığı altında duruyor,” dedin mesela.
Dergiyi tam olarak; uluslararası moda fotoğrafçılığı ve lüks yaşam dergisi olarak tanımlıyoruz. Moda dışında yoğun olarak sanat ve illüstrasyonlara yer veriyoruz. Sayfalarca röportaj yapıyoruz; her zaman ünlü sayfaları yaparız. Yalnızca genç yeteneklere ayırdığımız çokça sayfamız yok fakat bugün bunu yapan ve işe yaradığını gördüğümüz bir çok platform var. Moda dünyasında oluşabilecek bir demokrasiyi göstermeyi amaçladığımızı söyleyebilirim.
Moda dünyasında olası bir demokrasiye inanıyorsun yani?
Evet, bence sektör bu yönde ilerliyor ve ilerlemeye de devam edecek. Modanın geçmişine baktığın zaman herkes belli bir kalıbın içine girmeye çalışıyordu. Ama milenyumla beraber bireysellik anlayışı modaya daha da hakim olmaya başladı. Artık akımlar beden üzerinde belli bir düzen içinde karıştırılabiliyor. Bu şimdi herkesin daha çok parası olduğu için olmuyor tabii ama artık her şey eskiye oranla çok daha ulaşılabilir. Bu mix&match (karıştır) durumu da benim gözümde moda da olası bir demokrasinin ayak sesleri.
Sence dijital dünyanın bu mix&match ve moda da demokrasi ilişkisinde nasıl bir rolü var?
Dijital dünyanın önünde hepimiz eşitiz. Herkesin sayfasıyla, herkese ulaşmak oldukça kolay. Daha da önemlisi belki paran olmadığında en lüks mağazaya girmek biraz rahatsız edici olabilir. Fakat bilgisayarının başına geçtiğinde o lüks markaların bütün parçaları, en son koleksiyonları ekranında beliriyor.
Schönl’ü ilk online bir yayın olarak başlattın ve duyduğuma göre öyle de devam edeceğini düşünmüşsün. Bugün Schön! 13 ülke de basılı bir dergi olarak satılıyor. Sektörden birisi olarak bu derginin dijitalden basılıya giden sürecini çok merak ediyorum.
Biz en başından beri dijital dergi ve basılı dergi ilişkisini birbirine teşvik için bir meydan okuma gibi gördük. Dijital dünya gündelik hayatın bir gerçeği fakat hala okuduğuna dokunmayı ve sahip olmayı seven insanlar var. Bence hangisi ile başlamış olursan ol bir dergi her ikisini de yapabiliyor olmalı çünkü her ikisine de ihtiyaç var. Günün sonunda okura seçenek sunulmalı ve zaten bugün oturup dergi karıştırmak, zamandan çalan bir lüks.
Son olarak hem online hem basılı yayınlarında geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan bir derginin yayın yönetmeni olarak, sence dergicilik yakın gelecekte kendine tek bir yayın yönü belirleyecek mi?
Keşke geleceği gösteren o kristal toptan bende de bir tane olsaydı! Dijital ne kadar önde koşuyor olsa da, biz basılı yayından asla vazgeçmeyeceğiz! Benim inancım bu. Şimdilik iki yayın yönü de birbirini hoş tutuyor gibi görünüyor. Umarım gelecekte de böyle devam eder.