TATİLİNİZDE SİZE ÖZELİ SUNUYORUZ
Dünya çapında şöhrete sahip Alaçatı Plajı üzerinde yer alan “Ultra Her Şey Dahil” konseptli 155 odalı butik otel; kendisine ait 350 metre uzunluğundaki doğal dokuya sahip plajı, iskeleleri, lounge alanları, tatlı & tuzlu su yüzme havuzları, çocuklu aileler için de aktivite ve farklı mekan alternatifleri ile sizlerı bekliyor.
Normandiya’yı 2. Dünya Savaşı’nı nihayetlendirecek saldırının başlangıcı olan çıkarmanın ev sahibi olarak biliriz. D-Day adı verilen 6 Haziran 1944’te başını ABD ve İngiltere’nin çektiği müttefikler Almanları Fransa’dan püskürtmenin ilk işaretini çaktırdığı gibi, sadece Avrupa’nın değil dünyanın da kaderini değiştirdi. Normandiya Fransa’nın kuzeyinde müstesna bir bölge. Monet, Renoir, Matisse, Victor Hugo, Emile Zola, Flaubet gibi sanatçılar birçok eserini bu bölgede yaratmış. Bölgeyi keşfettiğinizde buraların sanatçılara boşuna ilham kaynağı olmadığını anlayacaksınız.
KARİZMATİK BİR ADA, LE MONT SAINT-MICHEL
Burası enfes bir kayalık adacık. Açıkçası Mont St.Mıchel pek kelimelerle anlatılabilecek gibi bir yer değil, resimler ve yazılar burası için yetersiz kalıyor. Çoğu bilim adamına göre dünyanın sekizinci harikası, Mont Saint-Michel. Normandiya ile Bretanya Bölgeleri’nin tam da sınırında yer alıyor bu eşsiz doğa harikası. Kıyıdan 600 metre açıktaki Mont Saint Michel doğayla insanın el ele vererek yarattığı zarif, mimari anıt gibi bir ada. Sular çekilince karaya bağlanıyor. Yukarı Normandiya’nın sembolü. Yılda tam 2 buçuk milyon turist çekiyor bu harika mekan. Bir yer düşünün ki; aynı anda hem bir ada, hem bir manastır, hem bir kale, hem de tek başına bir köy. Nüfusu ise sadece 20 (yirmi).
Fransa deyince aklınıza sadece Paris, Nice ya da Monaco, Monte Carlo’ gelmesin. Görülmesi, keşfedilmesi gereken harika ötesi yerleri var bu yemyeşil toprakların. Mesela Normandiya. Normandiya Bölgesi, bir sonraki rotanız olmalı. Evet bu ay Fransa’nın resim ve roman dünyasına yön vermiş, empresyonizmi, elma ve inekleriyle ünlü karizmatik, masalsı ve keşfedilmesi gereken fazla da bilinmeyen Normandiya’dayız.
Eski evleri, arduvaz çatıları, taşın içinden fışkıran bitki örtüsü ve gotik manastırıyla insanı ilk bakışta büyülüyor. Yapımına 8. yüzyılda küçük bir manastır olarak başlanıyor. 12 ve 13’üncü yüzyılda muazzam bir Benedikten manastırı haline gelip, Aziz Mikail’i onurlandırmak için çok uzaklardan gelen hacıların toplanma yerine dönüşmüş. Okyanusun bir köşesinde, en yukarıdaki katedrale vardığınızda masalın sanki tam ortasındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Burası okyanus kıyısında olduğundan gel-gitin dünyadaki en net izlenebildiği bir bölge. Kayalık adacık, gel-git sayesinde hergün bir kez ada olup, sonra tekrar uçsuz bucaksız bir kumsalın üzerinde yükselen kaya görüntüsüne ulaşıyor. Sular öğleden sonra saat 2 gibi geri geliyor ve Mont Saint Michel tekrar bir ada haline geliyor. Burası bir köy. Manastır olmanın dışında içinde fırını, dükkanları, restoranları, postahanesi, mezarlıkları olan bildiğimiz bir köy aslında. Fransız Devrimi sırasında hapishane olarak kullanılmış.
Med-Cezir’e dikkat
Ziyaret etmeden önce adanın gel-git ya da med-cezir takvimine bakmanızı tavsiye ederim zira ayda bir adaya ulaşmanız imkansız hale geliyor. Suların çekildiği bir dönemde gelirseniz kumlarda dolaşmanın keyfi de bir başka olacaktır. Yöreye özgü elma içeceğiyle kabuklu deniz ürünlerinin en tazesi ve en lezzetlisi, tereyağlı ve bol kremalı sosa yatırılarak pişirilen ‘sütlü balık’, comambert peyniriyle servis edilen etler ve adanın spesiyalitesi omlet adaya gitmek için başka nedenlerden.
Vakur ve gururlu Deauville
Şirin mi şirin, tatlı mı tatlı 4 bin nüfuslu masalsı Deauville kenti Calvados Bölgesi’nde, Aşağı Normandiya’da kardeşi Trouville ‘in hemen yanı başında ve karizmatik Honfleur ‘ün doğusunda bulunuyor. Meşhur sinema festivali ve efsaneleşmiş at yarışları , elbetteki savaş sonrasında buraya yerleşen Amerikan vatandaşlarının da etkisiyle Paris’in sayfiye kentlerinden biri oluverdi. Uzun ve hareketli plajlar, güzel ve şirin restoranlar, harika golf sahaları ve büyük casinolar da Deauville’ nin haklı şöhretine şöhret katıyor. 1812 yıllarında henüz bir denizci kasabası iken Duchesse Berry’nin bölgeyi tanıtımıyla Fransız burjuva ve aristokratlarının tatil bölgesi olmaya başlamış. 1847 yılında Deauville ve Trouville’e Paris’ten rahat ulaşım sağlanabilmesi için tren seferleri konulmuş.
Coco Chanel’in ilk dükkanı burada
19. yüzyılda zaten gelişen Deauville, 20. yüzyılda savaş öncesi ve sonrasında gelişimini çok daha ilerletiyor. Mimarisi Deauville’e özgü Normandiya yapıları. 550’den fazla villa ve ev tarihi bina konumunda. Norman, Art Nouveau ve Baroque tarzında inşa edilmiş. İşlemeli, ahşap kaplamalı ve betonarme karışık yapılar fazlaca. Coco Channel’in küçücük ilk terzihanesi de burada. Coco’nun çekildiği filme de şehrin gözde villası 1907’de yapılan Villa Strassburger ev sahipliği yapmış. Bu villa kentin demirbaşları listesine girmiş durumda.