Aklımda kalan anıların çoğu en beklemediğim hocaların, en olmadık anda öğrettikleri şeylerdir. Bilkent Üniversitesinde ders veren, eskiden diplomat olan bir hocam, ders sırasında Türklerin imzalarının ne kadar karışık ve kendine has olduğundan bahsetmişti. Malum, Türkiye’de atılan imzalarda isim ve soy ismi -imza atan kişiyi tanımıyorsanız okumanız imkansızdır. Hocamız buna karşılık gelişmiş ülkelerde atılan imzaların ne kadar yalın olduğundan ve bir Alman’ın ya da İngiliz’in imzasında isimleri ne kadar rahat okuyabileceğimizden bahsetmişti. Konuyla ilgili teorisi şuydu; karşılıklı güvenin olmadığı toplumlarda imzalar daha karmaşık ve taklit edilmesi zor oluyor, zira insanlarda sürekli olarak imzalarının taklit edileceği, bir şekilde dolandırılabilecekleri korkusu mevcut.
Türkiye’deki bu güvensizlik ortamı az gelişmişlikle direkt olarak bağlantılı. Eğer kendinizi güvende hissettiğiniz bir sağlık sistemi mevcut değilse, eğitim sisteminiz her sene sil baştan değişiyorsa, çocuğunuzun nasıl bir Türkiye’de büyüyeceğine dair ciddi şüpheleriniz varsa, sınırlarınızda iki adet iç savaş yaşanıyorsa, ülkenizde her gün birer, ikişer insanlar yine iç savaşı andıran bir şekilde öldürülüyorsa, hayata, insanlara güven içinde bakmanız zor değil, çok zor. Ancak her durumda “self-oryantalizm” tuzağına düşmeden doğru teşhisi koymamız gerekiyor, içinde bulduğumuz ruh hali aslında her an karşımıza çıkıyor.
Geçenlerde Ahmet Hakan’a evinin önünde yapılan saldırıyı da bu çerçevede ele almak gayet mümkün. Ahmet Hakan’a yapılanları sadece Türkiye’de basının özgürlüğü sorunu üzerinden okuyabilirsiniz ancak yetersiz olacaktır. Orada gazeteciye saldıranlar veya saldırtanlar aslında bir güvensizlik içinde oldukları için böyle bir olayın parçası oluyor. Kendilerine güvenmiyorlar, hayattaki konumlarına güvenmiyorlar ve en önemlisi gazetecinin mesleğini icra etme şekline güvenmiyorlar. Kuşkusuz madalyonun diğer tarafında güç ilişkilerinin kirli yüzü var. Ben kendi adıma o tarafa adım atmak istemiyorum. Bırakalım yedi gün, yirmi dört saat gücün kaynağına doğru ve onun için analiz yapanlar, bildikleri yolda devam etsinler.
Bize başka hayatlar, başka duygular ve farklı bir dünya lazım. Şüpheden, güvensizlikten uzak, şeffaf, dürüst kendimize ve çevremize katkıda bulunabileceğimiz günleri mutlaka göreceğiz. O imzaların çok daha basit, korkulardan uzak bir şekilde kullanıldığını düşünüyordu. Sanırım haklıydı. En azından Türklerin birbirlerine güvenmemesi konusunda… Zira yıllar sonra bu konuyla ilgili bir istatistikten haberdar oldum. Geçen hafta İstanbul Modern’de gerçekleşen “Bellek Maratonu” adlı konuşmalar dizisinde mimar Ömer Kanıpak sunumunun sonlarında Dünya Değerler Araştırması’nın sonuçlarını paylaştı. Dünya üzerinde toplum içi güvenin en düşük ülkelerden birinin Türkiye olduğunu bu araştırmanın sonuçlarına dayanarak söyleyebiliriz. Ben de konuşma sonrasında http://www.worldvaluessurvey.org/ üzerinden Türkiye, Hollanda ve Almanya’daki güven duygusuna ait verileri-yıllarını içine alan dilimde kıyasladım. Almanların yüzde 44,6’sı çoğunlukla insanlara güvenirken, Türkiye’de bu oran yüzde 11,6. Hollanda’da ise karşılıklı güven duygusu çok daha yüksek, yüzde 66,1.