Bej’in konuşlandığı dükkana, bugün mekan infilakına maruz kalan Karaköy’ün henüz keşfedilmediği bir dönemde tesadüf eseri rastlıyor Lal Dedeoğlu. Yıl. Fransız Geçidinin diğer tarafında konumlanan Deniz Duru’nun tasarım atölyesi 333 KM bünyesinde, bu yeni mekanın kapılarını açıyor. 333 KM imzası taşıyan mobilyalar, Hakan Özkul müzikleri ve “rahat” yemeklerle Bej furyası başlıyor; “Bugüne kadar açtığım mekanların en büyük özelliği, dekorasyon ve mimarilerinin birbirinden farklı olması. Duruma, mekanın şekline ve yere göre tarz değişiyor çünkü.”
Bej’de sıradan bir gün Lal Dedeoğlu için belirli bir saatte başlamıyor. O, programlardan bağımsız yaşayan ve bu şekilde yaşadığı için pratik çözümler bulan biri. Çünkü Trabzonlu ve çabuk sinirlenme, inatçılık, hızlı çözümleme gibi köklerinin tüm özelliklerini taşıyor. “Önceden dişçi randevusu bile almıyorum. Gidip beni araya sıkıştırmalarını söylüyorum. Bu sayede zamandan kazanıyorum. Bu durum lıer konu için geçerli. Güne çok erken başlıyorum. ‘Bu işler gece işleri’ diyebilirsiniz ama bilinenin aksine gündüz takip edilmesi gereken daha fazla işim oluyor. Etiler Bej, Karaköy ve Topa-ğacı ekseninde mobil bir şekilde toplantıları yürütüyorum. Tüm bu süreçte saat mefhumum hiç yoktur.
Dedeoğlu’nun yemekle arasındaki bağ çocukluğunda, içine meyveler doğrayarak yaptığı jöleler ve mozaik pasta gibi basit lezzetlerle başlamış. “Yemekten biraz anlarım, kendime ait zevkim vardır. Tabii, yemek adabı diye bir şey de var. Hepsinin bir arada olması gerekiyor bence” diyen Dedeoğlu, Bej’in menüsünü lezzeti ön planda tutan ama tumturaklı olmayan yemeklerle kurgulamış. Zira kişisel tercihi de üzerinde süslemeleri olan tabaklardansa rahat yenebilir yemeklerden yana olmuş her daim. “Bir aşçı değilim ama yine de Bej’de tüm tabaklara müdahale ediyorum. Kendi evimde mutfağa girip yemek yaparım tabii. Fakat bu konuda ahkam kesmeyi doğru bulmuyorum. Şimdi Komşuköy ile bir anlaşma yaptık. Cumhuriyctköydc tarla kiralıyoruz; bizim için geleneksel ürünler ekip yetiştirecekler. Bej ‘in menüsündeki yemeklerde kullanılan meyve ve sebzeler mevsiminde yetişecek ve bu tarlalardan gelecek. ’’
Dost Kolejinden sonra Mimar Sinan Üniversitesi nde fotoğrafçılık eğitimi alan Lal Dedeoğlu, kendi deyimiyle tam bir “proje insanı”. Fotoğraf çekmekten elbette keyif alıyor ancak proje üretimi biraz daha ağır basıyor. “Eotoğ-raf çekerken ant yakalama amacı taşımıyorum. Daha çok stüdyoda malzemeyi karşıma koyup, objektifin arkasına geçer, sonra da onunla ilgili ne yapılır, nasıl kurgulanır diye kafa yorarım. Stüdyo ile bağım kesilince fotoğraftan bir hayli uzaklaşmış oldum. Şimdi kendim için ufak tefek çekimler yapmaya başladım.”
Aklının bir köşesinde hep sergi açma fikri var. Ancak Dedeoğlu’nu başkalarından ayıran bir detay da yaratıcılığını besleyen, hayran olduğu, ara sıra dönüp baktığı fotoğrafların olmaması; “Bakmakla olmuyor bence. İlham, çocukluktan gelen birikimlerle, kendinizi nasıl beslediğinizle ilgili yani kendiliğinden doğan bir şey. Bazen hayatınım dümdüz bir anında aklıma bir fikir gelebiliyor. Bilgi edinmeye çabalayıp, araştırdığınızda tam tersine tıkanıp kalıyorsunuz.”
Sanata meraklı bir anneyle büyümüş olmanın üzerindeki etkisi çok büyük; “Bizi hep baleye, konserlere, sergilere götürürdü. Çocukluğunuzdan beri bu tür bir yaşamın içindeyseniz bir noktadan sonra herkesin merakla gittiği, takip ettiği etkinliklerde daha seçici davranıyorsunuz. Mesela artık klasik müziği konser salonu yerine evimde kahve eşliğinde dinlemeyi tercih ediyorum. Hiç sinemaya gitmiyorum. Evet, belki sinemadan daha kötü bir sistemle ve daha küçük bir televizyonda izliyorum ama yine de evimi yeğliyorum. En son gittiğim gösteri ise Berlin’de kızımla izlediğim Hamlet oyunu.”
BİR ADIM UZAKTA
Artık işten arta kalan zamanların kişisel alanlarda geçirilmesini lüks sayıyoruz. Hal böyle olunca, komün yaşam tarzımız hızla bireyselliğe evriliyor. Sosyallik gerektiren bir işin içinde olup, kolektif etkinliklere bir adım uzak durmaksa zor zanaat. Peki, Lal Dedeoğlu bu dengeyi nasıl kuruyor? “Kendime dönük yaşıyorum hayatı. Hiç sosyal biri değilim. Ama baktığınızda etrafım hep sevdiğim arkadaşlarımla çevrilidir. Hafta sonu herkes bende toplanır. Arkadaşlarımın haricinde sosyal bir kişiliğim yok esasında. Beni bu yüzden davetlerde, partilerde, açılışlarda göremezsiniz.” Kısacası, bir serginin açılışına ya da filmin galasına gitmektense bu etkinlikleri kimse yokken gerçekleştirmeyi tercih edenlerden Dedeoğlu. Bu yüzden kişisel zevkleri hakkında konuşurken tedirginlik hissettiğini duyumsuyorum. Kendini anlatmaktan rahatsız olsa da, kısa bir özet geçiyor; “İstanbul’da Mangerie ve Münferit gibi çok keyif aldığım, gittiğim zaman kendim gibi hissettiğim yerler var. Onun dışında Kıyı Balık çocukluğumdan beri müdavimi olduğum bir yer. Dost Koleji’nde okuduğum yıllarda hentbol takınandaydım. Antrenörümüz eski takımı alt dönemlerle bir araya getirip yeni bir takım kurdu. Şimdi bu takımla her Pazar antrenman yapıyorum. Ayrıca boş zamanlarımda tenis oynuyorum ve sadece dinleniyorum.’’
Lal Dedeoğlu az konuşup çok üretenlerden. Kimi zaman boyunu aşan projelere de dahil olmuş, hayal edip gerçekleştirdiğinde sıkıntı yaratanlara da; “Çünkü biz eskiden beri yatırımcılarla hareket etmek yerine küçük bütçelerle kendi başına bir şeyler yapmakla uğraşan insanlarız. Yine de proje üretmek en sevdiğim şey. Son üç senedir insanların bana, ‘Lal ne olur biraz yavaşla!’ dediği, kendimi son derece frenlediğim bir dönemdeyim.”