Giyinmenin sandığınız kadar “önemsiz ve boş” olmadığını göreceksiniz…
Moda yeniden yepyeni bir sezonla perdelerini açıyor. Koleksiyonların vitrin süslemeye, “trend alarm”larının yazılı ve görsel medyada çalmaya başladığı bir eylül ayında daha içimizdeki alışveriş canavarı “avının” peşine düştü. Aslında hiç de aç değil… Hangimiz sabahları tıka basa dolu gardırobumuzun önünde epey vakit harcadıktan sonra giyecek hiçbir şeyimiz olmadığı sanrısına kapılmadık ki?.. Ve çoğumuz bu sanrının ardından mağazaları arşınladık, bitmeyen indirim dönemlerinin ve tekrar tekrar sahnelenen yeni (ve de eski) sezonların peşine düştük. Giydik, satın aldık, yetinmedik yeniden aldık, kör bir döngünün içinde yuvarlanırcasına…
Giyinmek ve modayı takip etmek dünyanın en eğlenceli işlerinden biri gibi görünse de giyecek bir şeyleri olmadığından sürekli şikayet eden ve saatler süren alışveriş turlarına çıkan çoğu kadın için karmaşık ve ağır bir yüke dönüşebiliyor. Klinik psikolog ve psikanalist Elise Ricadat’yla Lydia Taieb “Üzerime Giyecek Hiçbir Şeyim Yok” adlı kitaplarında kadınların giyimle kurdukları bu karmaşık ilişkiyi irdeliyor, bu dertten muzdarip birçok kadınla konuşup klinik bir çalışma paralelinde neredeyse işkence ve külfete dönüşen alışveriş bağımlılığının ardındaki psikolojik sebeplere eğiliyorlar.
Dikkat: Bu kitaptan yola çıkarak yazılan bu yazıyı, “Hepimiz bağımlıyız, neden kendimize keyif veren şeyler hediye etmeyelim, bir-iki parça daha satın alırsak dünyanın sonu mu gelir?” düşüncesiyle ve alışveriş bağımlılığı önemsiz bir durummuş gibi okumayın. Bu konuda konuşmayı kabul eden kadınların yoğun ahlaki sancı ve psikologlar tarafından can kulağıyla dinlenmesi gereken önemli bir yaşam zorluğu çektiğini göreceksiniz.
DOYURULMAMIŞ SEVGİ AÇLIĞI
Dünden bugüne soğuktan korunmak, cinsiyet ayrımına dikkat çekmek, sosyal sınıf, yaş ve statüye vurgu yapmak gibi amaçlara cevap veren giyim olgusu, kişiliğin ve kimliğin sosyal ifadesinde en önemli iletişim araçlarından biri. Bizler doyumsuzca arzu nesnesine dönüşen kıyafetlerin peşinde koşarken aslında ruhumuzdaki huzursuzluğu ve umutsuzluğu örtmeye, benliğimizde gizli kalmış sorunları gidermeye çalışıyoruz. Elise Ricadat ve Lydia Taieb sayısız kadının giysilerle ilgili dile getirdikleri acıyı, kimlik arayışlarını inceleyerek bu bağımlılık ve patolojinin ergenlikten itibaren kadınlığın, kadın kimliğinin anneden genç kıza iletimi sırasında doğan sorunlardan ileri geldiğini söylüyorlar. Kısaca giyim eğilimlerinin, hastalığa dönüşen alışveriş bağımlılığının ardında sorunlu anne-kız ilişkisinin, doyurulmamış sevgi açlığının yattığına inanıyorlar.
ÇOCUKLUK ÜNİFORMASINDAN KURTULMAK İÇİN ALIŞVERİŞ
Kadınların istilacı bir bağa dönüşebilen giysiyle kurdukları ilişkiyi daha iyi anlamak için kitaptan bir örnekle, anne-kız anlaşmazlığıyla ilerleyelim. Chantal’ın hikayesine kulak verin:
“Yaşları birbirine yakın üç kız kardeştik. Biz küçükken annem fakirlikten her birimize sadece renkleri farklı bire bir aynı kıyafetler dikerdi. Bense sadece benim olan bir kıyafetin hayalini kurardım. Sonra hayatım boyunca içimdeki bu huzursuzluğu kendime giysiler satın almak için mağazalara çıkartmalar yaparak telafi ettim.” Elise Ricadat ve Lydia Taieb, Chantal’ın alışveriş bağımlılığını annesinin, çocukluğu boyunca onu mahkum ettiği aleladelikten sıyrıldığını sanması şeklinde yorumluyor ve şöyle devam ediyorlar: “Üzerine giyecek hiçbir şeyi yokmuş gibi sürekli gardırobunu beslemek ve çocukluğundaki küçük kızı memnun etmek amacını taşıyor. Satın aldığı her giysi, onu çocukluk üniformasını nihayet üzerinden çıkardığı, acıdan da onunla birlikte kurtulduğu yanılsamasına sokuyor.”
GİYSİNİN PEŞİNDEKİ SAVAŞÇI KADINLAR
Elise Ricadat ve Lydia Taieb alışveriş bağımlısı kadınlarla gerçekleştirdikleri terapiler sırasında farklı kavramlara değiniyor ve bu kavramların ışığında tespitlerde bulunuyorlar. Moda dergilerinin de etkisiyle bir “seri alışverişçi” kimliğinin ortaya çıktığını anlatıyorlar: “Bu medyatik mitosta alışverişçi, savunmasız bir avın izini sürermişçesine arzuladığı giysinin peşine düşen savaşçı kadına dönüşür. Her butik içlerinde saklı yırtıcı hayvanı serbest bırakır.”
BAĞIMLILIK HİKAYELERİ
Kitaptan tanıklıklarla baş başa bırakıyoruz sizi…
VAKA 1
SARAH, 30 YAŞINDA: “Annem moda sektöründe çalışıyordu, stilistti. Ama kendisi silik bir karakterdi, giysilerini üniforma gibi taşırdı. Çocukken, o kadınları bu kadar güzel giydirirken annemin nasıl olup da böylesine silik kalabildiğini anlamıyordum. Saplantı haline getirecek kadar eksikliğini hissettiğim o kadınlığı bana aktarmadığı için ondan nefret ediyorum. Kendimi iyi hissedeceğim bir kadın imajı bulabilmek için çılgınca para harcıyorum.”
ELISE RICADAT VE LYDIA TAIEB’İN YORUMU: “Sarah’nın hikayesi bize çılgınca giysi alışverişinin anneyle ilintili iç dünyasında ümitsiz arayışı, paylaşılan kadınlık çevresinde annesiyle bağ kurma girişimini gösteriyor.”
VAKA 2
FANNY, 35 YAŞINDA: “Ergenlikte kız arkadaşlarım gibi giysiler giyme hakkına sahip olmayı o kadar istemiştim ki… Ama annem ne zaman vücudumun biçimini gösteren bir şey giysem hemen üzerimi değiştirmemi emrediyordu. Çünkü olumsuz hatırlar barındıran cinselliğini hatırl amak istemiyordu. Bense şu anda mağazalara koşmaktan kendimi alamıyor ve en kötüsü satın aldığım şeyleri giymiyorum bile. Gardırobum açılmamış paketlerle dolu.”
ELISE RICADAT VE LYDIA TAIEB’İN YORUMU: “Fanny sürekli alışveriş yaparak annesinin küçükken ona verdiği emirleri bir şekilde çiğnemeyi başarsa da bundan keyfi almıyordu. Nitekim itaatsizliğinin yarattığı suçluluk duygusunun bilinç dışı karşılığı, satın aldıklarını dolapta öylece bırakmak oluyor.”
Alışveriş yapan kişi tıpkı yemek yedikçe doymayanlar gibi satın aldıkça tatmin olmuyor ve hep daha fazlasını gardırobuna dahil etmek istiyor. Sonuçta kendinden bile tiksiniyor. Terapiye katılan kadınlardan Helene’in sözlerine kulak verin: “Sanki süs-püs dolabım ağzına kadar dolu değilse asla yeterince şeyim yok gibi geliyor. Hep daha fazlası gerek. Sonra eve dönünce bütün o paketlere bakıp kendimi evden çıkarken olduğumdan daha kötü hissediyorum. Midem kalkıyor, fenalaşıyorum.” Kişi tatmin olmak, rahatlamak için alışveriş yapsa da sonunda kendini çok daha fena hissediyor.
“Semptom-giysi” olarak tanımlanan olgunun altında kadınların anneleriyle kurdukları sorunlu ilişki dışında erkeklerle ve kendi bedenleriyle ilgili algıları da önemli yer tutuyor. Örneğin hastalardan Sandrine bedenini yalnızlığından, erkeklerle düzenli ilişki kuramamasından sorumlu tutuyor ve vücuduna duyduğu hıncı onu giysilere boğarak çıkarıyor.
SON SÖZ
Elise Ricadat ve Lydia Taieb kadınların ancak bedenleri, ruhları, kadınlıkları, cinsellikleri, erkekler ve anneleriyle yaşadıkları sorunlarını çözdüklerinde, bu sıkıntılarla yüzleşebildiklerinde, kısaca kadınlık hikayeleriyle barıştıklarında giyimin külfet olmaktan çıkıp zevke dönüşeceğini vurguluyor. Onlar, huzura erdiklerinde kaygılarını örtmek için değil, gerçekten kendileri için, zevk için giyinmeyi öğrenecekler.
Siz de çoğu zaman paçavra deyip geçilen giysilerin kimliğinizle ilgili kendinize bile itiraf edemeyeceğiniz gizemler barındırdığını, gardırobunuzu açıp her seferinde “Üzerime giyecek hiçbir şeyim yok” dediğinizde aslında ruhunuzdaki açmazlarla karşı karşıya geldiğinizi unutmayın.