İLK DURAK VENICEBEACH, CALIFORNIA
Yer: Los Angeles. Venice Beach. Yaz tatilim boyunca her gün koştuğum, bisiklete bindiğim, ailemle akşam güneşin batışını seyrettiğim plajı bu sefer farklı bir gözle tarıyorum. Çünkü tam da bu işin en popüler olduğu yerde tatil yapıyorum ve bu işi artık öğrenmeyi kafaya koymuş durumdayım. Sahilde, karavanları aynı zamanda ofis, depo ve kayıt bürosu olarak fonksiyon gören sörf eğitmenlerini, sörf okullarını görüyorum. İyi olduğunu düşündüğüm bir okul karavanının önünde sörfçülerle ve eğitmenlerle tanışıyorum. Ders için sözleşiyoruz.
İlk tespitim, doğru jargonla konuşmak gerektiği. İngilizcedeki ’kardeşim’in karşılığı brother’ın kısalmış hali Bruh hatta Brahh”nın her kelime arkasına konması şart!
Today’s breaking bruh!”. That was tight. that’s cool bruh” gibi… İkinci en önemli kelime ise Today’s breaking/Bugün kırılıyor”. Yani dalgalar kırılıyor, sörf yapmaya uygun. Cool ve tight zaten benim de İngilizce konuşurken çok kullandığım kelimeler olduğu için çabuk anlaşıyoruz. Terminolojiye yavaş yavaş hakim olacağımı biliyorum. Bir wetsuit ve başlangıç için uygun, biraz büyükçe olan sörf tahtasını alıp sörf hayatıma başlıyorum!
Öncelikle uyarmam lazım: sörfçülerin fiziğinden anlayabileceğiniz üzere, bu sporu yapmak için iyi bir kondisyona ihtiyacınız var. Hem kardio. hem core training veren egzersizler yapıyor olmanız önemlii hatta şart. Koşu, bisiklet ve billimum training yapan bir insan olarak bile çok zorlandığımı söyleyebilirim. İkincisi ise denizi, açık denizi, doğayı ve yüzmeyi çok sevmeniz gerekiyor. Eğitmen hemen ilk sorusunu soruyor: Snowboard veya skateboard yapıyor muyum? Evet snowboard yapıyorum. Ya kaykay? Küçükken yapmıştım diyorum, hemen ’shaka’ işareti yapıyor. Dersimize başlıyoruz. Karada biraz egzersiz ve teoriden, board’u tanıdıktan sonra denize iniyoruz. Denizde düz. sabit aralıklarla gelen orta boy dalgaların olması, zeminin kum olması sörfe başlamak için en iyi koşullar. Başlangıç seviyesinde dalga kırıldıktan sonraki beyaz köpük olan kısmında sörfe başlanıyor. İlk kalkışta kondisyonumun, kıyıdaki egzersizlerin yardımıyla ’popup’ denilen sörfün üstüne zıplama hareketini hemen yapıyorum… Kendi kendime harika bu işi hemen kaptım” diyorum ama bunun sadece acemi şansı olduğunu sonraki düşüşlerimde anlıyorum… Board’un üstüne çıkmak, dalgaya doğru yüzmek, zamanlamayı öğrenmek, sörfün üstüne çıktıktan sonra gidebilmek: hepsi ciddi efor, deneyim ve kondüsyon gerektiriyor. Hepsi ayrı ayrı geçtiğim testler oluyor.
İlk günün faturası: Ayaklarım sürtmekten ve çarpmaktan kanıyor, yara oluyor. Onlarca defa, onlarca değişik şekilde suya düşüyorum. Dalga ile dibe çekiliyorum. Başparmak tırnağım bir hamle sırasında kırılıyor ve kopuyor. Yanlış bir harekette dalgaya düşünce sörf ağzıma çarpıyor ve dudağım yarılıyor. Yüzmekten omuzlarım ve trisepslerim koparcasına ağrıyor… Bonus olarak tonlarca yosunlu su yutuyorum… Günün sonunda ağrılar içerisinde bisikletime atlıyor ve eve dönüyorum. Ama ilk günde birkaç kere dalga yakalamış olmak bile bir başarı ve dolayısıyla zafer kazanmış gibi hissediyorum….
İlerleyen günlerde bir miktar daha ders ve hırpalanma sonrasında sörf tahtasının üstüne rahat rahat çıkıyorum. Artı dalgaları görüyor, denizi anlamaya başlıyorum. Sörfün balık tutmak, yelken yapmak gibi beklemek ve dalgayı anlamak, zamanlamayı tutturmak, hissetmek gereken bir tarafı da var. Bunların hepsinde geliştikten sonra, artık her gün sörf kiralayıp kendi kendime yapıyorum.