Yalnızca Ağustos ayında dolan Galler’deki aile otellerinde, anne babası ve kız kardeşiyle büyüyen Coddington, 18 yaşında evinden ayrılıp Londra’ya taşındığında Panchitta adlı eski bir arkadaşı ona şöyle söylemiş: “Şayet büyük şehirde başarılı olmak istiyorsan üçüncü adın ilkinden daha çok işe yarar. Grace, bir model için çok daha uygun isim. Grace Coddington… Çok etkileyici.” Herkesin onu tanıdığı bu üçüncü adını, 11 yaşında kaybettiği babası, kendi annesi anısına vermiş. Pamela Rosalind Grace.
Rosemary’nin okuduğu gerçeğe dönüşen hikayeler
Pamela Rosalind Grace’i modayla tanıştıran bir bakıma kız kardeşi Rosemary olmuş. Zira dergilerini o baktıktan sonra uzun süre evde bir yerlerde görür dururmuş. Ve büyüdüğünde sadece dergi almak için kasabaya gider olmuş. “Dergiyi güzel kıyafetlere bakıp hayal kurmak için alırdım ve sayfaların arasında kaybolurdum. 13 yaşımdan sonra Vogue’u inceleyerek daha çok zaman geçirmeye başladım, zira kız kardeşim evlenmek için evden ayrılmış, süslü yatak odası da bana kalmıştı.” Yıllar sonra Coddington, en sevdiği moda çekimlerinden birini yaparken kız kardeşi Rosemary’nin ona çocukken okuduğu hikayelerin birinden ilham alacaktı. Lewis Carroll romanı, Alice Harikalar Diyarında. “Rus model Natalia Vodianova… Şu uzaklara dalan gri-mavi gözleriyle rüya gibi bir şey. Gerçi bir modele yakışmayacak şekilde durmadan çocuk doğuruyor. Ve yeterince büyüdüklerinde onları da fotoğraflarda güzel aksesuarlar olarak kullanmadan edemiyorum.”
Ergenlik yılları boyunca herkes Grace’e modellik yapacak kadar uzun olduğunu söyleyip durmuş. 18 yaşma geldiğinde evden ayrılmak konusunda onu asıl cesaretlendirense yakın arkadaşı Angela olmuş: “Haydi gel Londra’ya gidelim. Sen modellik okuluna gidersin, ben de sekreter olarak çalışırım.” Pamela Rosalind Grace, evden ayrılmadan önce Vogue’un arka sayfalarında gördüğü bir kuponu kesip postalamış: Mayfair’deki Cherry Marshall modellik okulunda iki haftalık bir kurs kuponu…
Londra ve modellik yılları
1959 yılında Angela’yla Notting Hill’de bir daireye taşınan Grace Coddington, Knightsbridge’deki Stockpot adlı bir bistroda garsonluk yapmaya başlamış. Ve modellik okulunda, iki haftadan kısa bir sürede makyaj yapmayı, saçlarını şekle sokmayı ve yüksek topuklularla zarifçe yürümeyi öğrenmiş. “Şimdi her şey emirlerine amade. Oysa o zamanlar modeller kendi makyajını ve saçını yapmak zorundaydı. Fotoğraf çekimlerinde uzmanlaşmış makyaj sanatçısı ya da kuaför diye bir şey yoktu. Her modelin yanında bir modellik çantası taşıması da beklenirdi. Stilist diye bir şey de olmadığından çantanızda taşıdığınız aksesuarlar iyi olduğu sürece daha çok iş bulma şansınız olurdu.”
Grace Coddington’ın Stockpot’taki sürekli müşterilerinden biri Tinker Patterson, Galler günlerinde hayran hayran fotoğraflarına daldığı Vogue İngiltere için çekimler yapan Norman Parkinson için çalışıyormuş. Ve Coddington bu sayede, model olarak ilk çekimini Parkinson’la bir koruda çırılçıplak koşuşturarak yapmış. Aynı yıl Vogue İngiltere’nin düzenlediği bir modellik yarışmasında mesleğe yeni adım atanlar kategorisi Young Idea’yı kazanmış. Grace o sıralar Londra’nın doğusundan gelen Terence Donavan adlı bir fotoğrafçıyla ahbaplık etmeye başlamış. Terence her yere fotoğrafçı arkadaşları Brian Duffy ve David Bailey’le gidiyormuş. “Bailey’den çok hoşlanıyordum. Ünlü model Jean Shrimpton’dan ayrılmasının üzerinden çok geçmemişti. Fakat emrine amade bir harem dolusu güzel kız vardı ve uçkuru düşüklük konusunda ünlüydü. ‘David Bailey’nin bakışları, günübirliktir aşkları…’ diye bir tekerleme bile uydurmuşlardı. Çok sıska olmasına rağmen, David Beatles üyelerinden bile yakışıklıydı.”
Grace Coddington modellikten moda editörlüğüne geçiş yaptıktan yıllar sonra, Vogue için David Bailey’le sayısız çekime imza atacak ve hatta Bailey’nin yuvasını bile yapacaktı… “David’in moda çekimlerinde şüphesiz en önemli kişi önce fotoğrafçı, sonra modeldi. Sürekli aynı kızı kullanırdı ve kız genellikle o sıralardaki sevgilisi olurdu. Bir gün çekim için ona en beğendiğim modellerden birini önerdim: Hawai-Japon melezi Marie Helvin. Tepkisi “Senin önerdiğin kahrolası kızlardan biriyle çalışmak istemiyorum” ya da buna benzer -ama aynı derecede kibar- bir şey oldu. Israr ettim. Marie ve David bu çekimde birbirlerine sırılsıklam aşık oldular. David kızla evlendi.”
Modellik yaptığı sırada, Coddington’m kısaltması olarak, Morina balığı anlamına gelen Cod lakabım aldı. Tıpkı Jean Shrimpton’un Shrimp yani karides olarak anılması gibi… Kariyeri ciddi bir yükselişe geçmiş ve Vogue için pozlar verirken, sevgilisi James Gilbert’in arabayla kırmızı ışıkta geçmesiyle bir nakliyat minibüsüne tosladılar. Yüzü dikiz aynasına çarptı ve sol göz kapağı koptu. “Neyse ki kirpiklerimi buldular…” Yüzünü normal haline döndürecek beş ameliyattan sonra, Cod modellik hayatına geri dönecek Vogue kapağı için ilk pozunu 1962’de verecekti.
Kızgın Chelsea taraftarı,yitirilen bir bebek…
Grace, Notting Hill’deki evinden Chelsea Nehri’nin hemen karşısına taşındı. Paris’te modellik yapmaya başlamıştı. Fransız Vogue için Helmut Newton ve Guy Bourdin’e poz verdi.
Paris’te olmadığı zamanlarda kullanabilmek için West London Studios’daki küçük dairesinin kirasını ödemeye de devam etti. “Londra’nın en seçkin kızlarıyla çıkmayı alışkanlık edinen genç fotoğrafçı Eric Swayne de bu eski tuğla binada kalıyordu. Sevgilileri arasında, George Hamilton’la evlenecek Pattie Boyd ve Serge Gainsbourg’la evlenecek Jane Birkin de vardı. Bir gün Eric sayesinde tanıştığım Mick Jagger’la stüdyomda oynaştığım sırada, İşte Mick Jagger’la öpüşüyorum, bildiğimiz Mick Jagger’la…’ diye düşünürken telefon çaldı. Albert arıyordu.
Yeni çıkmaya başlamıştık ve hafta sonu için beni Paris’e davet ediyordu.” Grace Coddington, Paris’te modellik yaptığı yıllarda fotoğrafçı manajeri Albert Koski’yle tanıştı. Bir süre sonra Paris’te birlikte yaşamaya başladılar. Paris’ten Londra’daki evine döndüğü bir akşamüstü, arabasıyla evinin kapısı önünde saldırgan bir Chelsea taraftarı kalabalığının arasına düştü. “Polis yolu kapatmaya yeltendi, barikatlar kuruluyordu. Arabamı yavaşça kızgın çetenin arasından sürmeye gayret ettim ama bu onları daha çok galeyana getirdi. Küçük Mini arabamı ben içindeyken havaya kaldırıp sertçe bir kenara fırlattılar. Yaralanmamıştım ama o sırada Albert’den yedi aylık hamileydim. Ertesi gün düşük yaptım ve bir daha hamile kalamadım.”
60 lı yılların sonunda Albert Koski’yle nişanlanan Grace Coddington, Paris-Londra arasında yaşamayı sürdürdü.
Yılan şeklindeki alyansını parmağında taşırken, sevgilisinin Catherine Denevue’ün kız kardeşi Françoise Dorleac’la uzun süredir ilişkisi olduğunu öğrendi. Bu durum Dorleac’m ölümüne kadar sürmüş. Nice Havaalanı yolunda arabası alev alan Dorleac, dedikodulara göre, o sırada Albert Koski’ye kendisiyle evlenmesi için yalvarmak üzere Paris’e dönüyormuş. “Onun öldüğünü haber veren telefon geldiğinde Albert’le yataktaydım. Böylece o anda sadece onu değil, beni de kaybetti.”
Vogue Ingiltere ve yeni moda kariyeri
28 yaşma yaklaşan ve hâlâ modellik yapan Grace Coddington, temelli olarak Londra’ya döndüğünde kariyerinde bazı şeylerin değişmesi gerektiğinin farkındaydı. Queen dergisi için Londra’da fotoğrafları çekilirken moda koordinatörü Lady Clare Rendlesham, ona modellik için yaşlandığını, moda editörlüğü yapmasını söyledi ve hatta iş teklif etti. Coddington her ne kadar bu teklifi reddetse de, sektörün bu deneyimli ismi tarafından stile yönelik içgüdüleri olduğunun onaylanması, iş hayatında yeni sulara açılması için onu motive etti. Bu sırada özel hayatı da yolundaydı. Albert Koski’den ayrıldıktan kısa bir süre sonra, çok yakında ünlenecek restoran işletmecisi Micheal Chowİa ilişkiye başlamıştı.
Modellik kariyerinin basamak taşı Young Idea’nın başındaki editör Marit Ailen, ona Vogue İngiltere’nin genel yayın yönetmeni Beatrix Miller’la iş görüşmesi ayarladı. Ve 1968 yılının Ocak ayında, Hanover Square’deki Vogue House’da moda editörü olarak işe başladı.
Bir yıl sonra, Eylül ayında Chelsea Evlendirme Dairesi’nde Micheal Chow’la evlendi. Gelinlik olarak Laura Jamieson tasarımı, yere kadar uzanan karpuz kollu yeşil kadife bir elbise giydi. “Tören ardından çektirdiğimiz fotoğrafta, benden kısa olan kocam bir kutunun üzerinde duruyordu.”
Editör olarak ilk moda seyahatini 1970’te eski dostu Norman Parkinson’la Jamaica’ya yaptı. Modanın mekanla birleşimini yakalamak çok zor olduğundan her seyahat öncesi kendini araştırmaya verdi. “Zira mesele sadece birkaç kıyafet alıp uçağa binmek ve plajda resim çekmek değildi. Parks (Parkinson) bana yabancı ülkelerde nasıl çalışılacağı hakkında çok şey öğretti. İnsan gözünü hep açık tutmalıydı. Bugünlerde benim eskiden gidip çekim yaptığım aynı yerlere giden ve fotoğraflarında sadece azıcık mavi gökyüzüne yer veren moda ekipleri bile var. Ne kadar modern! Üstelik bir de şahane iş çıkardıklarını zannederler. İyi de onca yol tepip paralar harcayarak dünyanın bir ucuna çekime gitmenin ne anlamı kalır o zaman?”
Bea Miller, 1971 yılında Grace’i Kari Lagerfeld’le tanıştırdı.
“Kari o zamanlar Chloe için tasarımcı olarak çalışıyordu ve ismini kullanmadan freelance tasarımlar yapıyordu. Moda dünyasının kiralık silahını oynamaktan son derece memnundu ve bu durum 1982 yılında Chanelie anlaşana dek devam etti.” Grace Coddington, fotoğrafçılar David Bailey, Guy Bourdin ve Helmut Newton’la Kari Lagerfeld’in Placa Saint-Sulpice’deki Art Deco obje ve mobilyalarla döşeli evinde birçok çekim yaptı. “0 günlerde bütçemiz çok kısıtlıydı ve Kari büyük bir cömertlikle bize moda çekimleri için dairesini açardı. Bourdin’le yaptığımız çekimde model Pat Cleveland’ın 1920’lerden kalma lake kaplı paha biçilmez bir dolaba yaslanmasını istedik. Projektörlerin ışığı gitgide ısınırken (Bourdin objelerin kenar çizgilerini vurgulamak için çok güçlü lambalar kullanırdı) kapının cilasının kabarmaya başladığını fark ettim. Hemen ışığı kapatmalarını istedim. Neyse ki cila oturdu ve felaket önlenmiş oldu.”
Bir moda çekimi yalnız mobilya değil, ufak çapta doğa felaketlerine de yol açabilirdi. Grace Coddington ve çekim ekibi, Normandiya kıyısında Guy Bourdin’le yaptıkları bir çekimde denizin rengi bir türlü istediği gibi görünmeyen Bourdin için bulup buluşturdukları mavi boyalarla denizi boyamaya da kalkmışlardı. “Tabii boyanın tümü sularda dağıldı gitti. O günlerde ne fotoşop vardı, ne diğer dijital hileler. Bu yüzden şayet Guy bir modelin uçmasını ya da kumda balık kuyruğuyla uzanan bir denizkızı olmasını istiyorsa bu göz aldanmasını yaratacak bir yol bulmak zorundaydı.”
Yedi kocalı Hürmüz gibi aşklar arasında 70’li yılların başında Paris’te oldukça sık zaman geçiren Coddington, o zamanlar Bourdin’in asistanlığını yapan VietnamlI fotoğrafçı Duc’e aşık oldu ve kocasını terk etti. 1972 yılında kız kardeşi Rosemary’yi kaybetti ve yakın zaman sonra Duc’le de ayrıldı. 1976 yılında, üç yıl önce Berkeley Hotel’deki Zandra Rhodes balosunda kendisine eşlik eden Ingiliz 1962 yılından ilk Vogue İngiltere kapağı.
Shopi go tarafından Türkçeye çevrildi. Grace-Anılar isimli kitabın turuncu kapağı, Coddington’ın moda dünyasındaki yanm yüzyıllık kariyerine açılıyor.
fotoğrafçı Willie Christie’yle evlendi. Yine Chelsea Evlendirme Dairesi’nde… Fakat bu kez tümü Yves Saint Laurent Rive Gauche tasarımı olmak üzere, siyah bir ceket, fularlı kraliyet mavisi bir bluz ve mor baskılı bir köylü eteğiyle.
1980 yılında kocası Willie Christie’den de boşandı. 1980-1984 yılları arasında çoğu vaktini dış mekan çekimleri yaparak ve fotoğraf serileri oluşturarak geçirdi. Fransız saç stilisti Didier Malige’le ilişkisi bu sıralar başladı. Fakat 1983 yılına kadar tam anlamıyla sevgili olmadıklarını anlatıyor Coddington: “1982 yılında Patrick Demarchelier’yle birlikte Barbados’da çekimdeyken, Didier romantik bir şövalye edasıyla durmadan sigaramı yakıyordu. Bir yıl sonra artık sevgilim olduğundan, bu sefer sigaraları ağzımdan çekip alıyordu. Artık sigara içmiyorum, Amerika’ya gelince bıraktım.” Coddington’ın Malige’le ilişkisi bugün hâlâ devam ediyor. “Evlenmek istemedim. Ne de olsa bu konuda sicilim temiz değildi.”
Vogue Amerika’da yeniden kesişen yollar…
1986’da 22 uzun yılın ardından emekli olan Beatrix Miller, yerine Grace Coddington’ın geçmesini istedi. İngiliz Conde Nast grubunun yöneticisiyle iş görüşmesine giden Coddington ise, bu işi o sıralar Vogue Amerika’nın kreatif direktörlüğünü yapan Anna Wintour’un alması gerektiğini söyledi. Öyle de oldu. “Anna daha ilk günden benden hoşlandı ve beni destekledi. Fakat işin iş olduğunu, kendisinin patron olduğunu, işlerin bu şekilde yürütüleceğini de açıkça ifade etti. İşçi-işveren durumunda asla birlikte oturup içki içmek, çene çalmak gibi şeyler olamazdı. Vogue İngiltere’nin yayın yönetmeni olduktan iki gün sonra beni Betty Blue isimli Fransız filmini izlemek üzere sinemaya davet etti. Başroldeki Beatrice Dalle’in dergi için fotoğraflanmasmı istiyordu. Ekranda upuzun utanç verici bir beş dakika boyunca, yatakta sessizce sevişen çıplak bir çift vardı. Seyrederken huzursuzluğum iyice arttı, koltuğuma battıkça battım. Anna ise gayet sakindi. Kıpırdamadan oturuyor, tek bir duygu belirtisi bile göstermiyordu. Anna’nm duygularına hakim olmakta ne kadar başarılı olduğunu ilk kez o sırada fark ettim.”
1987’de Calvin Klein Grace Coddington’a markanın tasarım direktörlüğünü teklif etti. Bu, New York’a taşınmak demekti.
“O sıralar Amerika’yla ilgili her şeye bayılıyordum ve galiba biraz da cüretkardım. Böyle bir şeyi gençken yaptığınızda çok da önemli bir macera sayılmaz ama 48-49 yaşındaysanız, iş değişir. En önemlisi Didier’ye de aşıktım ve o New York’ta yaşıyordu.” Grace Coddington işten ayrılacağını Amerika’da bir çekimdeyken Anna Wintour’a bildirdiği gün, Wintour 38 yaşına bastı.
Wintour 39 yaşını kutladığı sıradaysa, kendisi Vogue Amerika’nın genel yayın yönetmeni, Coddington ise derginin moda koordinatörü olarak bir kez daha birlikte çalışıyorlardı. Coddington 1995 yılında 54 yaşındayken Vogue Amerika kreatif direktörü oldu. Hâlâ görevinin başında.
72 yaşındaki Grace Coddington, sevgilisi Didier Malige ve kedileri Bart ve Pumpkin’le New York Long Island’da yaşıyor.
İşi için dünyayı dolaşsa da, görmezden geldiği şehirler de var. “Kreatif direktör olarak pozisyonum dünyanın hemen hemen her yerinde moda çekimi yapmama imkan tamsa da, Londra’yı ziyaret ettiğim çok enderdir.”
Birkaç yıl önce İngiltere kırsalında çalışmak için okyanusu geçen Coddington, Chelsea’deki King’s Road’u ziyaret etme fırsatı bulmuş. Genç bir modelken kendisine aldığı ilk dairenin ve arkadaşlarıyla sık sık takıldığı pub’ın önünden geçmiş. “Yürürken bir noktada kendi aralarında fısır fısır konuşan iki okul çocuğu tarafından takip edildiğimden kesinlikle emin oldum. Bana uzun ve anlamlı bakışlar atıyor, birbirlerini dürtüyorlardı. yılında çekilen September issue’nun bana getirdiği şu beş dakikalık ünümün İngiltere’ye kadar ulaşması yanında, daha ergenliğe bile girmemiş ve aslında bir yerlerde kriket ya da futbol oynuyor olması gereken oğlan çocuklarının bile beni tanımasına çok şaşırdım. İmza isteyip istemediklerini öğrenmek için yanlarına giden yemek arkadaşıma “Eee ne istiyorlarmış” diye sordum. “Seni Vivienne Westwood zannetmişler” dedi.