Jessica Parker’ın katılamayacağı belli olunca bir sahnede onun yerine durmam istenmişti. Tüm günüm köprünün bir ucundan diğer ucuna, ekibin filme devam edebilmesi için gerekli olan ışığı alıp almadığından emin olmak için bisiklet tepesinde geçmişti. O zamanlar bana, yirmi yıl sonra editörlüğünü yaptığın bir dergi için Sarah Jessica Parker ile röportaj yapacağımı söyleseler, muhtemelen dengemi kaybedip o bisikletten düşerdim. Ama sonuç olarak şu an buradayım.
Onun, Manhattan’ın Flatiron Bölgesi’nde düzinelerce ayakkabıyla dolu (kendi SJP koleksiyonu ve tabii ki diğerleri) olan ofisinde…
İnsanlar ayakkabıları hakkında konuşmayı seviyor ancak Parker;
“Ayakkabıları seviyorum, evet, ama kitapları, mimariyi, siyaseti, diğer insanları ve seyahat etmeyi de seviyorum” diyor. Tüm bu konularla ilgili uzun uzun konuştuk. Ayrıca başrolünü ve yapımcılığını üstlendiği, bu ay HBO’da ilk bölümü yayınlanacak dizisi Divorce’den de bahsettik…
Sohbete yeni projenizden bahsederek başlamak istiyorum. Bu dizi fikri ne zaman aklınıza geldi?
Yaklaşık dört yıl önce evlilikler üzerine düşünmeye başladım. Çevremde birçok farklı evlilik düşüncesi olan ya da bununla ilgili hayaller kuran kişiler vardı. Ayrılmanın eşiğinden dönülmüş ilişkiler, evlilikleri bitiren ilişkiler, kurtarılan evlilikler… Ve sonra fark ettim ki, evliliklerde birçok şey yaşanıyor. Evliliklerin gerçekte, daha önce televizyonda ya da filmlerde görmediğim birbirinden farklı türleri var. Orta sınıf evliliklerinde farklı olan bir şeyler var. Bunu hiç yargılamadan, üzerinde çalışmış biri olarak söylüyorum. Finansal durumunuzda açıklar oluşuyor ki bu, boşanmaya karar veren birçok insanın başına geliyor. Bu dizinin asıl odak noktası olmasa da evliliklerin sosyal ve ekonomik yönü, senaryoda önemli bir rol oynuyor. Daha da önemlisi; boşanmalar hayatınızı nasıl etkiliyor? Arkadaşlarınız bu süreçte ilişkinize ne kadar dâhil oluyor? Boşanmanızdan kârlı çıkan kişiler var mı? Sizi destekleyenler kimler ve bu algılarınızı ne yönde etkiliyorlar? Aile olarak devam etmeyi nasıl başaracaksınız ve bunu çocuklarınıza nasıl anlatacaksınız? Siz nasıl etkilenirsiniz? Beklentileriniz neler? Evlilikle, kendinizle ve eşinizle ilgili ne kadar hayal kırıklığına uğradınız? Durumun buraya gelmesinde sizin payınız nedir? İşte senaryo bunun gibi geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Daha önce boşanma sürecinin bu şekilde ele alındığını hiç duymadım…
Bu dizi bir komedi mi, yoksa bir trajedi mi? Dizinin geneline hâkim olan duygu nedir?
Dürüstlük ama içinde saçmalıklar da göreceğiz çünkü zaten boşanmanın kendisi saçma. Bazen acı verici, bazen komik, berbat ve bazen de saçma… Eşler birbirlerine saçma sapan şeyler yapabiliyor ve çocuklaşıyorlar.
Frances karakterini canlandırmak size ne hissettirdi? Daha önce böyle bir karakter oynamış mıydınız? Frances’in size tanıdık gelen yönleri oldu mu?
Hayır, daha önce hiç Frances’a benzeyen bir karakter canlandırmadım. Onu, en az Sex and the City’nin Carrie Bradshaw’u kadar kendime yakın buluyorum. Yani demek istediğim; onu canlandıran sadece benim bedenim. Frances’i daha önce oynadığım rollerden çok daha farklı buluyorum. Dış görünüşünün, iyimserlikle örtüştügünü söyleyemem. Biraz usanmış bir karakter… Uzun zamandır kendisi için bir şeyler düşünmeyen biri. Ailesini bir arada tutuyor. Mortgage, sigorta, sağlık ve market alışverişi gibi konularda aileye gelir sağlıyor. Sezon ilerledikçe kendi hırslarını da kenara bırakmış bir karakter olduğunu göreceğiz. Diğer yandan ilham alınacak birçok yönü de var. Çok ugraşmasa da, onu entelektüel açıdan aşan bir adamla evlilik dışı ilişkisi olması oldukça şaşırtıcı. Pilot bölümün açılış şekline bayılıyorum çünkü insanlar; “Bu Sex and the City’den bir uyarlama mı?” diye soruyor. Açılış sahnesi bittiğinde, Frances’in eşine yaptığı el hareketini gördüğünüz o an, bu dizinin farklı olduğunu anlıyorsunuz.
Sizce izleyiciler, Divorce fragmanlarını gördüğünde Carrie Bradshaw’ın banliyöye taşındığını mı düşünecek?
Onunla tanıştıklarında, Carrie Bradshaw olmadığını anlayacaklarını düşünüyorum. Frances, ayakkabılarını düşünecek durumda olan bir karakter değil. Çünkü bu tip şeyler için harcama yapacak durumda değil. O, tamamen farklı seçimler yapan biri…
Sizce ‘mutlu boşanma’ diye bir sey mümkün olabilir mi?
Bunu sıklıkla görüyorum. Mutlu bir şekilde boşanmış ve bağını koparmamış aileler biliyorum. Bazıları birlikte tatile bile gidiyor. Yeni eşler veya partnerlerle bir araya gelen eski eşler bile var. Bu oldukça farklı bir yaklaşım… Belki de Frances ve kocası Robert (Thomas Haden Church) da bu noktaya gelecek. Ama ne yazık ki onlar için boşanmak, taraflardan birinin hep ‘daha düşünmek için zamanımız var’ hayaliyle yaşadığı bir süreç olmayacak. Frances bir olaya tanıklık edecek ve işte o zaman verdiği zamanın dolduğunu hissedecek. Robert ise boşanmayı hiç istemeyecek ve acısını kabullenecek. Tabii bunların hiçbiri düşünerek hareket edilen durumlar değil. Mutlu olarak boşanan arkadaşlarım birbirlerine karşı çok daha düşünceli, dikkatli ve duruma profesyonel olarak yaklaşıyorlar.
İyi bir evlilik için verebileceğiniz altın kurallar var mı?
Bu konu hakkında konuşmaktan her zaman çok korkmuşumdur. Çünkü bazı insanlar kendi hayatımla ilgili konuştuğumu düşünüyorlar. Sadece gözlemlediklerime dayanarak söyleyeceklerim olabilir. Kendi ilişkimden değil, çevremdeki ilham verici, yardımsever ve benim için anlamlı olan kişilerinkinden bahsedebilirim. Öncelikle, karşınızdaki kişinin deneyimlerini, başarılarını, hayal kırıklıklarını benimsemeli ve sizinmiş gibi sahiplenmelisiniz. Bu durumları ne kadar başkalarında gözlemlersem, o kadar kendimde deneyimliyor, kendime yatırım yapıyorum. Ne komiktir ki, onlarla birlikte zaman geçirdikçe, doğal düşünce sürecini birlikte kurmuş gibi oluyoruz. Fakat aslında zamanla görüyorum ki, evlilikler bir araya gelme arzusunda olan çiçekler gibi birbirlerine bağlanıyor. Evlilik benim için karşınızdaki kişiye yatırım yapmak. Ve de beklentilerinize… Bunlar zamanla değişiyor ve akıllanıyorsunuz. Belki de karşınızdaki kişi için savaşmaya değer olmadığını düşünüyorsunuz. İşte bu çiftlerin kırılma noktası oluyor.
Bir röportajınızda, evlilikte her olayda atomu parçalamamak gerektiğiyle ilgili bir sey söylemiştiniz.
Bunu yıllardır Coty’nin başında olan Catherine Walsh’tan duymuştum. İş hayatından bahsediyordu ve “Her zaman atomu parçalıyorsunuz. Sürekli daha fazlası için kendinizi zorluyorsunuz, zorluyorsunuz ve zorluyorsunuz. Ve bu arada herkes de sizinle beraber zorlamak istiyor. Bunu yapmak istemeyen de sizin ne yaptığınızı önemsemiyor” diyordu. Fakat bence bu durum evlilikte farklı çünkü evlilik bu şekilde ölçülebilen bir olay değil. Su an olduğunuz kişiyle, yıllar önce evlendiğiniz zamanki siz ve partneriniz arasında fark olduğunu kabullenmek zorundasınız. Belki temelde değil ama arzularınız, birbirinize yaklaşımınız farklı olabilir. Su an ne istediğiniz, çocukların, çocuk sahibi olmamanın, finansal durumun evliliğe etkisi, işinizde mutlu olup olmadığınız da çok etkili. Bana göre bunun bir varış noktası yok. Sonu da yok…
Yapımcı olmak istiyorum dediğiniz o an, ne zamandı?
Bunu sağlayan kesinlikle Sex and the City’nin yaratıcısı Darren Star’dı. İlk buluşmamızda bana “Sen bir şov yapabilirsin” demişti. Ve ben de; “Televizyon programı yapmak nasıl bir şey hiçbir fikrim yok” diye yanıt vermiştim. Bana; “O zaman öğren” dedi. Duyduğum en motive edici sözdü çünkü bana ikinci bir kariyer sağladı.
Birçok oyuncu kendi isini yönetmeyi seviyor çünkü kendi kaderlerinin kontrolünü ele almak istiyorlar. Coğu çıkıp; Ben, aynı dizide oynadığım erkek oyuncu kadar para almıyordum diyor.
Tüm bu saçmalığı sona erdirmek istiyorum. Bir oyuncuya bulunduğu katkıdan dolayı ücret ödenmesini istiyorum. Geri kafalı, cinsiyet ayrımcı bir fikirden ötürü değil… Bu noktada kendimden bahsetmek istemiyorum. Bir şey sakladığımdan değil, sadece konuşmayı uygun bulmadığımdan. Beni ilgilendiren şeyler ise yalnız anneler ve kendini boşlukta gibi hisseden evli anneler. Özellikle de evrensel olarak okul öncesi eğitim, iyi eğitim, ailevi durumlar için kullanılan izin, ücretli hastalık izni ya da daha iyi doğum izni sağlamayacaksak, çok çalışan insanları destekleyecek bir yol bulamayacaksak, bu durum kötüye gider.
Siyasete merakınızın olduğunu biliyoruz. Başkanlık seçimlerinde oldukça çekişmeli bir yarış var. Hillary Clinton’ın durumunu nasıl yorumlarsınız? Birçok kisi ona adaletsiz davranıldığını öne sürüyor. Kadın olduğundan bunları yaşadığına eminim. Bu arada ben feminist de değilim. Kadınlara ve eşitliğe inanıyorum ancak bu konuda tek tek sayamayacağım kadar yapılması gereken şeyler var. Ayrımcılıktan oldukça sıkıldım. Sadece insanların eşit muamele görmelerini istiyorum.
Daha önce feminist olmadığınızı mı söylüyorsunuz?
Bilmiyorum. O şekilde bir feminist değilim. Sadece, daha önce bu şekilde sınıflandırılacagımı düşünmemiştim. Annem feministti. Bütün işi o yaptı, bense meyvelerini yiyorum. Her zaman ne istersem onu yapacağım. Bir şey olur ya da olmaz ama bunun nedeni kadın olduğum için olmayacak. Şansım iyi gittiğinden ya da doğru şeyi söylediğimden veya doğru şeyi sunduğumdan olacak.
Sizi bilmiyorum ama bana göre çocuklarımın yasayacakları ilk secimde, iki adaydan birinin kadın olması olağanüstü bir sey!
Tabii ki! Clinton’ın aday konuşmasını dinlerken oğlum James’e sürekli “Bu çok anlamlı” diyorum. Çünkü gerçekten bunun gerçekleşebileceğine inanmıyordum. Bir de Clinton’ın bunu yaptığı sırada eğlendiğini görüyorum. Konuşmaya başlamadan önce elini kalbine her koyusunda; ‘Bu kadın, tam olarak bildiğimiz kişi. Muhteşem, farklı düşünebilen ve çalışkan’ diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz aylarda Harvard Hukuk Fakültesi’nde önemli bir konuşma yaptınız ve ‘merak’ ile ilgili muhteşem bir söz söylediniz.
“Merak duygusunun içinde sürpriz, gençlik, hareket ve şaşkınlık vardır” demiştim. Merak size, rahat yatağın olduğu güzel bir hapishaneden kaçma fırsatı sağlar. İyidir ama zordur da çünkü her zaman meraklı olmak ve durmadan bilinmeyenin peşinden koşmak zorunda kalırsınız.
Siz merak duygunuzu nereden alıyorsunuz? Ailenizden mi? Anneniz sekiz cocuğunu büyütürken çalışıyor muydu?
Annem öğretmendi ve ben iki ya da üç yaşıma geldikten sonra çalışmayı bıraktı. Evde çalışmaya devam etti. Bence başladığı işi bitiren, oldukça meraklı biriydi. Ben de merak konusunda ona çekmiş olabilirim. Çocuklarımın meraklı bireyler olmaları konusunda ise biraz umutsuzum. Sadece mutlu ve meraklı olmalarını istiyorum, mc
Bir olimpik sporcu olsaydınız, yaz sporlarını mı yoksa kıs sporlarını mı tercih ederdiniz?
Denge aleti, atletizm ve dalış… Bunlar sadece yaz için. Kış sporları arasından da artistik buz patenini seçerdim. Tabii iyi bir kayakçı olmak güzel bir rüya olurdu. En azından korkunuzu nasıl kontrol altına alacağınızı biliyor olmak iyi bir şey olurdu. Kendinizi korkunç bir tepeden aşağı salmak, korkunuzu yenmenize yardımcı olabilir. Başarılı olduğunuz gizli bir yeteneğiniz var mı?
Aslına bakarsanız oldukça iyi ıslık çalarım. Sette sürekli ıslık çalıyorum ve insanlar;
“85 yaşında yaşlı bir adam gibisin” diyorlar. Artık kimse bu şekilde, doğru titreşimlerle ıslık çalamıyor. Bu bir yetenekse, ben bunu başarıyorum.
Gerçekten kötü olduğunuzu düşündüğünüz bir yönünüz var mı? Nereden başlasam? Hediye paketlerinde oldukça başarılıyımdır. Başarılıyım diyorum çünkü dayanamıyorum. Tatillerde evde oluyorum ve iki gün boyuncu bodrumda tüm günümü hediye paketleyerek geçiriyorum. Başka kimsenin yapmasına izin vermiyorum. Hediye paketlemeyi başkalarına bırakmakta oldukça kötüsünüz yani… Kesinlikle! Ama gerçekten de çok hoş görünüyorlar.